27 Mart 2012 Salı

Yorumsuz !


3 gün önce oynanan "İtalya Derbisi" Juventus-İnter karşılaşmasında, Juventus'lu bir taraftarın açtığı pankart: "Biz Conte'nin saçları gibi yeniden doğduk. Siz ise Cambiasso'nunkiler gibi kayboluyorsunuz."

11 Mart 2012 Pazar

Kan Çıkar Kan !


  

1997-1998 sezonu Juventus-İnter karşılaşması, yer Delli Alpi Stadı. Yukarıdaki videoda o maçtan öyle bir pozisyon var ki, bugün bile unutulmamıştır. Ligde 30. hafta karşılaşması ve Juventus, İnter'in 1 puan önündedir. Maçta 20. dakikada Del Piero güzel golüyle öne geçirir takımını. İnter ikinci yarıda golü bulmak adına bastırır ve 72. dakikada Zamarano'dan seken topu takip eden Ronaldo rakibinden kurtulup gole giderken birden  Mark Iuliano'nun kendisine tank gibi toslamasıyla yerde kalır. Tribünü geçtim uzaydan bile penaltı olduğu net anlaşılan bu müdahaleye hakem Piero Ceccarini seyirci kalıyor ve pozisyonun devamında kontraya çıkan Juventus, Zidane'ın pasına hareketlenen Del Piero'nun West tarafından tartışmalı şekilde düşürülmesi ile penaltı kazanıyor. 10 saniye önceki net penaltıyı vermeyen Ceccarini bu tartışmalı pozisyona tereddütsüz düdük çalıyor. Bu karardan sonra ortalık karışıyor ve İnter teknik heyeti komple sahaya dalıyor. Teknik direktör Luigi Simoni kırmızı kartla tribüne gönderiliyor Ceccarini tarafından. Daha da ilginci Del Piero bu penaltıyı kaçırıyor ve kalan sürede başka da gol olmayıp maç 1-0 İnter aleyhine sonuçlanıyor. Juventus son dört haftaya 4 puan avantajla girip sene sonunda da ipi göğüsleyen taraf oluyor. Olan sene boyu müthiş top oynayan Ronaldo'nun emeklerine oluyor. İtalya'da yıllardır konuşulur Juventus lobisi, masa başında kazandığı maçlar vs. Zaten bu suçlamalardan birinde de, 2006 yılında aklanamıyorlar ve Serie B'ye düşürülüyor. Maçtan önce aslında bütün otoriteler Pierluigi Collina'nın maça atanmasını beklerken Ceccarini atanıyor maça ve bunda da Juventus lobisinin etkili olduğu söylenir. Bu maçtan sonra İtalya'da, lig müsabakalarına hakem atanmasında uygulama değişikliğine gidilir ve torba sistemine geçilir. Yıllar sonra Ceccarini, katıldığı bir programda pozisyonun penaltı olduğunu da itiraf ediyor. Herşeyi bir kenara bırakıp düşünelim. Şöyle bir karar bizim derbilerde verilse neler olurdu neler. Taraftar mı sahaya dalmazdı, hakem mi dövülmezdi, teknik heyetler birbirine mi girmezdi? Her şey olurdu. Tabi maçın Juventus'un evsahipliğinde oynanması da çok büyük olayların çıkmasını engellemiştir. San Siro'da bu karar verilse İnter taraftarı da çıldırabilirdi.

16 Şubat 2012 Perşembe

Patriot-Scud Karışımı !


Kalkın ayağa kalkın. Mehmet Topal  bu gece öylesine insanlık dışına çıkmış ki ! Stoke City ile deplasmanda oynanan Avrupa Ligi 2. Tur maçını 1-0 kazanan Valencia'nın tek golünün sahibi 'Örümcek'. Örümcek ağlarını almış 90'ın. 2-3 hafta önce geçirdiği o travmadan sonra ilk kez oynadı Topal ve muhteşem oldu dönüşü. Patriot ve Scud füzeleri karşımı bir şut gönderdi Pulis'e doğru. Takımının tek golünü attı ve ikinci maç öncesi avantajı elinde bulundurmasında  baş rolü oynadı. Devamını bekliyoruz güzel insan...



Eric !

Büyümeye Devam Ediyor...

Yeri gelmişken söyleyeyim; Barcelona'nın şu turkuaz formasını sevemedim yıllardır. Nedenini bilmiyorum ama beğenmiyorum. Konumuza gelelim; Alexis Sanchez. Kendisiyle ilk tanışmam FM sayesinde oldu. 2006 yılında ilk kez Avrupa'ya adımını attı Şili'li yıldız ve o günden bu yana gösterdiği gelişim gerçekten muazzam. İlk izlediğimde dikkatimi çeken özelliği herkeste olduğu gibi topla ya da topsuz çok süratli olmasıydı. Udinese onu gelişimini sürdürmesi ve maç tecrübesi kazanması için önce Colo Colo ve ardından River Plate'e kiraladı ki zaten 2008 senesinde Arjantin ligi şampiyonluğu yaşadı. Ardından 2008-2009 sezonu başında Udinese'ye dönen genç yıldız, Avrupa'ya kendini bu tarihten sonra tanıtmaya başladı. O sezon başına kadar çoğu futbolseverin tanımadığı bir isimdi Sanchez. Değinmek istediğim konu da onun gol yollarındaki gelişimi üzerine. 2008-2009 sezonunda 35'i lig olmak üzere toplamda 43 maçta sadece 3 gol atmış 2 asist yapmış. 2009-2010 sezonunda ise 32'si lig 36 maçta 6 gol 5 asist yapmış. Yani ilk iki sezonundaki istatistiklere bakarsak aslında klasik bir kanat oyuncusu performansı göstermiş. Bu tip hızlı ve yetenekli kanat oyuncuları çok sayıda var dünyada ama golcü olanları Barca ve Real'de oynuyor. Nitekim geçtiğimiz yaz Alexis'in Barcelona'ya transferinde bu kriter baş rolü oynadı. Barcelona'nın 2003 yılından bu yana uyguladığı ve Guardiola'nın başka bir boyuta çıkardığı 3'lü gizli forvet kontenjanında kendine yer bulabiliyorsa Alexis, bu kriterlere uyduğu içindir. İtalya'da oynanan sert savunma futbolunun da etkisi vardı tabii gol sayısının düşük olmasında ama takımdaki abisi Di Natale takır takır atıyordu golleri hala da atıyor gerçi. İlk iki sezonunda onu izleyenler eksik olan özelliklerinin üstüne gittiğinde birgün harika bir oyuncu olacağını biliyorlardı. 2010 Dünya Kupası'nda Şili Milli takımında Marcelo Bielsa'nın  Valdivia ile beraber en önemli oyuncusydu. Turnuvada çeyrek finalde İspanya'ya elenene kadar baştan sona harika bir performans sergiledi ve  adı büyük klüplerle anılmaya başladı ama o doğruyu yaptı Udinese'de kaldı. 2010-2011 sezonu Alexis'in bence kariyerinin kırılma noktasıdır. Günden güne oyunu öğrenen Alexis, saf kanat oyuncusu özelliklerinin yanına topsuz alan becerisi ve golcülük de ekleyince geçen sezonu 33 maçta 12 golle kapattı. Özellikle son iki yılda  şutlarını inanılmaz geliştirdi ki 2008 senesinde onu izleyenler kaleciyle karşı karşıya pozisyonlarda yaptığı vuruşları bilirler. Bu sezon daha sezonun yarısı yeni bitmişken toplamda 11 gole ulaştı üstelik 25 maçta. Bunlardan 8'ini ligde attı 13 maçta. UCL'de ise 3 maçta 2 golü var ikisi de iki gün önce oynanan maçta Leverkusen'e. Tabii ki de Alexis'in  bu istatistikleri yakalamasında uzay futbolu oynayan Barcelona'nın ve Xavi-İniesta-Messi gibi futbol virtüözlerinin de etkisi var, daha fazla pozisyona giriyor ama gol vuruşları 3-4 yıl öncesine oranla yüzde 200 gelişti diyebilirim. Milli takımda da 42 maçta 14 gol gibi yüksek bir rakama sahip. Bu yıl attığı gollere baktığımızda hem ceza sahası içinden hem de dışından nefis golleri var, bu özellikleriyle günden güne komple bir oyuncuya dönüşüyor. Oyununda hala eksik yerler var, misal oyun okuma becerisi henüz yeterli düzeyde değil belki ama buna rağmen potansiyelli oyuncu seviyesinden yıldız oyunculuğa geçiş yapmıştır Alexis. Ben onun bu denli bir gelişim gösterebileceğini düşünmüyordum. Ama bu gelişimi gösterebildiyse ondan daha fazlasını da beklemek mümkün tıpkı Messi'nin oyununun taktiksel kısmını son 2-3 sezonda olağanüstü boyutlara çıkarması gibi. Sadece Şili'nin değil tüm Güney Amerika'nın son 5 yılda yetiştirdiği en önemli yeteneklerden biri olduğu aşikar.

15 Şubat 2012 Çarşamba

AZRAİL !!!


Haberi ilk duyduğumda inanamadım. Tesadüf mü kader mi ne desem bilemiyorum gerçekten. Arsenal'in Galli genç ve yetenekli oyuncusu Aaron Ramsey son 2 yılda ne zaman gol atsa bir yerlerde ünlü birileri ölüyor. Çok korkutucu değil mi bu? Uğursuzluk denen şeyin karşılığı bu olsa gerek. Adada bu durum
"Curse of Ramsey (Ramsey'in Laneti)" olarak adlandırılmış.
Bakalım kimleri öldürmüş 'Remzi' Efendi !

1 Mayıs 2011: Ramsey Arsenal-Manchester United maçındaki tek golü attı ve ertesi gün El Kaide'nin eski lideri Usame Bin Laden öldü.

2 Ekim 2011: Genç yıldız ezeli rakipleri Tottenham ile yaptıkları maçta da bir takımının tek golünü kaydetti. Üç gün sonra Steve Jobs öldü.

19 Ekim 2011: Galli oyuncu, Şampiyonlar Ligi'nde Marsilya'yı 1-0 mağlup ettikleri karşılaşmada yine takımının tek golünü attı ve ertesi gün Libya'nın devrik lideri Kaddafi öldürüldü.


11 Şubat 2012 : Arsenal'in deplasmanda Sunderland'i 2-1 yendiği maçta takımının ilk golünü kaydetti. Aynı günün akşamı dünyaca ünlü şarkıcı Whitney Houston hayatını kaybetti.

Ama Ramsey'in gol atmasından daha kötü durum da mevcut. 27 Şubat 2010'da Stoke City ile oynanan maçta ayağı iki yerden kırılmıştı. Aynı gün Şili'de 8.8 büyüklüğünde deprem ve Tsunami meydana gelmiş ve bunun sonucunda yüzlerce insan hayatını kaybetmişti. Acaba Ramsey ne hissediyordur şu an? Kafaya takar mı ya da umrunda bile olmaz mı bilemeyiz ama bundan sonra Ramsey'in bütün hareketleri kontrol altında tutulmalı benden söylemesi.

9 Şubat 2012 Perşembe

Hayal Kırıklığı !

Napoli'de Arjantin'e karşı oynanan İtalya 90 Dünya Kupası yarı final maçında, penaltılarla finali kaçırdıktan sonra...  Roberto Baggio & Franco Baresi

8 Şubat 2012 Çarşamba

Shaqiri Alamancı Oldu !

Sezon başından bu yana takımda sıkıntısı çekilen yaratıcı, hücum bölgesine top taşıyan,adam eksilten kanat oyuncusu boşluğunu gidermek adına çok fazla istedi Fatih Terim onu. Ama olmadı. Shaqiri  bu sabah Münih'te sağlık kontrolünden geçtikten sonra imzayı attı Bayern Münih'e. Sözleşme bu sezonun sonundan itibaren geçerli olacak. Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam eden Basel'in en önemli oyuncularından Shaqiri, milli takımda da banko oynuyor genç yaşına rağmen. Avrupanın da en fazla gelecek vaad eden oyuncuları arasında. Benim aklım bir noktada karışmıyor değil. Bayern yıllarca Almanya'da şampiyonluk yarışındaki rakiplerinin en iyi oyuncularını ihtiyacı olmadığı halde bile alarak, rakiplerini zayıflatmayı iyi yapabilen bir kulüp olarak akıllarda yer almıştır. Aklımı kurcalayan nokta da şurası ; Basel'in Şampiyonlar Ligi 2. Turu'ndaki rakibi Bayrn Münih. Transferin zamanlaması ilginç değil mi? Bayern Shaqiri ile ön protokol imzalayıp oynanacak olan Şampiyonlar Ligi maçında kafasını karıştırmak, performasnını düşürmek amaçlı bir eğilimde bulunmuş olamaz mı? Bu, düşünüldüğünde saçma ve ütopik bir şey gibi gelebilir, hatta ben yazmama rağmen bana bile öyle geliyor. Koskoca Bavyera temsilcisi bu kadar küçük hesaplar peşinde mi koşacak diye düşünülebilir ama düşük de olsa ihtimal dahilindedir bence. Hele eğer Manchester United-Basel maçlarını izleyenler bilir Shaqiri'nin neredeyse darmadağın ettiğini Manchester savunmasını. Münih ekibi de izlemiştir illaki.
Gelelim yazının asıl konusuna. Neden Galatasaray Shaqiri'yi alamadı. Bayern'in Shaqiri için ödediği bonservis miktarı 9 milyon Euro+ 3 milyon Euro clausses (Shaqiri ile kazanan kupalara göre ödenecek ek tutar). Bizim yaptığımız ilk teklif 8 milyon Euro idi kabul edilmedi. İkincisi ise 10 milyon + 2 milyon olduğu söylendi çokça. Ama bu sefer Basel 16 milyon Euro istedi transfer askıya alındı. Basel başkanı  açıklama yapmış Bayern Münih daha istekliymiş falan filan. İnandık mı? Siz bir dükkan işletiyorsunuz daha istekli olana mı verirsiniz daha fazla parayı verene mi? Kaldı ki bence daha istekli olan, Shaqiri'ye daha fazla ihtiyacı olan açık ara Galatasaray. Elinde Robben, Ribery ve Müller gibi kanat oyuncuları olan Bayern değil. Önerilen bonservis bedelleri de aynı halbuki. Peki neden 16 milyon istendi Galatasaray'dan ? Bence tek nedeni var. Nedeni bizim ülke futbolu olarak giderek Katar, Birleşik Arap Emirlikleri muamelesi görmemiz, Avrupa'nın bize o gözle bakması. Haksızlar mı değiller tabii ki de. Bu ligde üç büyükler o kadar abartılı bonservis bedeli ödediler ki öyle futbolcular için ve o futbolcuların sezonluk ücretleri o kadar uçuktu ki Katar muamelesi görmemiz çok normal artık. Tek tek saymamıza gerek yok bu isimleri. Fenerbahçe,Beşiktaş,Galatasaray ve bazı Anadolu kulüpleri de geçmişteki bu yanlış transfer politikaları yüzünden şimdi  oyuncu transfer etmekte zorlanıyorlar. Kağıt üzerinde senden çok daha zengin kulüp olan Bayern'in 9+3 milyonluk teklifi kabul ediliyor, senin daha önce yaptığın 10+2 milyonluk teklif beğenilmeyip 16 milyon isteniyorsa şapkayı öne koyup, oturup düşünmek lazım. Sadece Galatasaray'ın değil bütün klüplerin, -hatta Kulüpler Birliği ve Federasyon'un- demek isterdim ama 3 Temmuz'dan beri futbol kimsenin umrunda olmadığından abes olur. Zaten gün geçtikçe dibe vurmaya devam eden Türk futbolu 3 Temmuz'dan sonra aynı yönde inanılmaz bir ivme kazandı ki Basel'in burdaki tutumu doğru bence. Bize yar olmadı Shaqiri sonuç olarak...


6 Şubat 2012 Pazartesi

Marcelo Bielsa; Savunma Kurgusu


Athletic Bilbao'nun Arjantinli teknik adamı Marcelo Bielsa'nın savunmadaki adam paylaşımı üzerine nefis bir video ligin ilk yarısında 2-2 bebarebere sonuçlanan Barcelona maçından.

5 Şubat 2012 Pazar

Öyle Bir Geçer Zaman Ki #2

İyi Ki Doğdun Büyük Usta

7 yaşımdaydım Hagi Galatasaray'a transfer olduğunda. Fatih Terim takımın başına yeni geçmiş, çoğu yerli oyunculardan oluşan, çok fazla tanınmamış ama kendisinin gayet iyi tanıdığı oyuncularla yeni bir kadro yapılanmasına gitmişti. Her takımın olduğu gibi bu yapılanmanın da bir saha içi lideri olmalıydı elbette. İşte o lider ruhlu adamın adı George Hagi idi. Barcelona'dan bonservisi elinde gelmişti. 5 yıl boyunca ne zaferler yaşattı bizlere haddi hesabı yok. 4 lig şampiyonluğu,UEFA Kupası,Süper Kupa ve daha nice kupa şampiyonlukları. Beni babam Galatasaraylı yaptı, adım da o yüzden Uğur'dur, ama bana Galatasaray'ı Hagi sevdirdi. Özellikle o yaş grubu için bu böyledir. Çocukluk kahramanızdı bizim. Her Pazartesi onun gollerini, çalımlarını, füze gibi şutlarını konuşurduk okulda. Tribünlerin sevgilisi idi elbette. Her maç "I love you Hagi" tezahüratları inletirdi Ali Sami Yen'i. Bu sevgi karşılıksız değildi tabii ki de. O da çok sevdi burayı. Hem GS'ı, hem taraftarları, hem Türkiye'yi ve Türk insanını çok sevdi. İlk golünü frikikten Trabzonspor'a attı. Hani şu Maraton'un yıllardır jeneriğinde olan gol. Son golünü de Trabzon'a attı son maçında. "I love you Hagi" tezahüratları arasında uğurladı taraftar onu 2001 yılında. O kadar çok sevdi ki Galatasaray'ı, takımın en zor anlarında bile gel dediklerinde gelmemezlik etmedi. İki kez yıkık, enkaz altındaki takımı emanet ettiler eline. Olmadı, hocalık ona göre değildi belki de. Bir taraftar olarak, özellikle Hagi ile Galatasaray'ı daha çok sevmiş bir taraftar olarak çok üzülmüştüm bu duruma. Başarısızlığına değil, başarısız olduğunda ona "istifa" diye bağıran, sahip çıkmayan taraftarın ikiyüzlülüğüne çok üzülmüştüm. Hagi hep yüzümüzü güldürdü bizim futbolculuk döneminde, teknik direktörlük döneminde olmadı ama sevgimiz hiç eksilmedi ona karşı. 10'un efsanesi ilelebet yaşayacak. Türk futbol tarihinin en başarılı takımının lider oyuncusuyken kazandırdıkları, kaybettirdikleriyle kıyaslanmayacak derecede iken yapılan bu saygısızlık onu da çok üzdü elbette. Ama nasıl bizim sevgimiz eksilmediyse, 10'un sevgisinin de eksilmediğinden adım kadar eminim. Doğum günün kutlu olsun büyük maçların büyük oyuncusu, gönüllerin sahibi. İyi ki doğdun, iyi ki uğradın bu topraklara. Seni Galatasaray forması altında seyretmeyi bana nasip eden Allah'a sonsuz şükürler olsun...

4 Şubat 2012 Cumartesi

Gaziantepspor 1-2 Galatasaray : Ateş Olmayan Yerden...

10 günde 4 maçlık periyottan 5 puan çıkarabilmiştik bu maça kadar. Eskişehir'de buzda dans yaptıktan sonra, içeride Ankaragücü galibiyeti, dışarıda Bursa yenilgisi ve 3 gün önce de Arena'da beklenmedik Antalya beraberliğinden sonra çok çok kritik bir virajdı şampiyonluk yolunda Antep deplasmanı. Gaziantep'in ligdeki sıralaması yanıltmasın kimseyi. Zira kalecisinden forvetine çok kaliteli oyuncuları var Türkiye şartlarında. Hele defanstaki Danny her takımda oynayabilecek türden. Sakin,hızlı,güçlü ve zeki. Bu akşamda yine maçın en iyi oyuncularından biriydi. Zaten takımın başına da Hikmet Karaman geçti diye tırsmıyor değildim maçtan önce. Ben şahsen Hikmet Hoca'nın oynattığı futbolu beğenirim zamanından beri. Son senelerde de Galatasaray'a karşı bariz üstünlüğü de var, şansı da tutuyordu yani. Maç öncesi kadrolara baktığımızda hemen hemen ideale yakın kadrolar vardı. Baros'suzluktan 3 maçtır tek forvetle sahaya çıkıyorduk ama Baros yine de sağolsun sayesinde 2 senedir gelsin diye direndiğimiz Necati giydi formayı. Antep'te de Sapara neden kenarda oturur onu anlamam. Maçta ilk 15-20 dakika çok sakin geçti, yine önde presle başladık ama yine tarla gibi sahada oyun kurmakta güçlük çektik. İlk devrenin ortalarından sonra oyun hayli hareketlendi. Engin'in ortasında Selçuk çok müsait pozisyonda skor yapsa her şey çok başka da olabilirdi. Yine 2 dakika sonra Melo'nun Selçuk'un pasında vurmakta geciktiği top var. Ardından geçen dakikalar ızdıraptı tam anlamıyla. Önce beklenildiği gibi Hakan Balta devreye girdi, hatasını telafi etti ama sadece bununla kalmadı, topu değil hayatını kurtardı aslında. Ama yine de çabası gerçekten takdire şayandı, ayağı uzadı resmen,bravo. İkinci yarıda oyuncu değişikliğine gerek yoktu bence ama  kim oyundan çıkmalı diye sorulsa direkt Engin derdim. Çok top ezdi ilk yarı boyunca, basit oynamayı tercih etmedi. Emre'nin çıkmasını doğru bulmadım. Emre tam bir kanat oyuncusu değil belki ama takımın pas organizasyonlarına büyük katkı sağlıyor, topun ayağımızda kalması bakımından önemli oyuncu Emre, hele ki bu kısır oyuncu kadro içerisinde. Yerine giren Yiğit ayağına gelen bütün topları ezdi maç boyunca. Şu ana kadar oynadığı maçlarda da iyi bir görüntü vermedi açıkçası. daha öğrenecek çok şeyi var, zaten hoca da onu önümüzdeki yıllar için aldığını belirtmişti.
İkinci yarının hemen başında son 2-3 maçtır yediğimiz golün benzerini yedik gene. Antalya maçında sol kanattan, bu sefer Sabri'nin  boşalttığı sağ kanattan. Savunma arkasına atılan toplara çözüm bulunmalı acilen, daha doğrusu bek ile savunma arasına atılan toplara. Semih de tereddüt edince gol kaçınılmaz oldu tabi. Semih o pozisyonda Popov'un üzerine doğru değil de önüne doğru koşmalıydı ki açısını kaybetsin, kendine çok fazla güvenden kaynaklandığını düşünüyorum bunun. Onun dışında yine savunmada "kaya" gibiydi. Sağ bekte Eboue'yi fazlasıyla aratan bir Sabri vardı yine, yenilen  golde yerini kaybetti, inanılmaz kötü oynuyor sakatlık sonrası, önceden en azından mücadele ederdi onu da bıraktı gibi ,acil toparlanması lazım artık.Allahtan golden sonra Necati çıktı sahneye. Muslera'nın degajında Elmander'in indirdiği topta eski GS'lı emre Güngör hata yaptı bu sefer. Necati de bekledi bekledi ve Karce'nin bacak arasına nişanladı topu. Maçtan önce binlerce GS'lı taraftarın içine doğan şeyi yaptı Neco, attı golünü beraberliği sağladı. Elmander ve Baros'tan başka iş bitirici forvet eksikliğimize ilaç gibi geleceğini düşünüyorum Necati'nin. Daha önce yaptıkları yapacaklarının teminatıdır bence. Akıllı,yetenekli ve golcü bir oyuncu, bir iki hafta daha çalışıp fiziken daha iyi durumda olursa Baros'u adam edebilir, umarım öyle de olur. 1-1'den biraz sonra ikinci yarı toparlanan Engin'in harikulade taşıdığı top ve Elmander'in enfes vuruşu geldi. Engin bu meziyetlerini gerekli yerlerde gerektiği kadar kullanırsa ve istikrarı da yakalarsa takımın vazgeçilmez oyuncusu olur. Çünkü çok kabiliyetli gerçekten. Maçın son bölümlerinde Antep bastırdı açıklar da verdi ama iyi kontraya çıkamadık. Üst üste kazandığımız dönemlerde orta saha ikilimiz Selçuk ve Melo'nun form grafiği çok yüksekti. Zaten kanat oyunları iyi olmayan takım için orta alan hayati değer taşır. Son maçlarda onlarda kötü oynayınca göze hoş gelen futbol da üretemiyoruz haliyle. Ama ben bunun geçici olduğunu düşünüyorum. Zaten Bursa maçı hariç oynadığımız stadlar ve hava koşulları da pek iyi değildi. Derbi haftasında çok çok önemli galibiyet aldık zor da olsa. Puan olarak değil moral olarak iyi oldu daha çok. Şimdi 1 hafta ara var. 13 günde 5 maç hiç kolay değil. Yoğun maç trafiği, bozuk zeminler, kötü hava koşulları derken fiziken çok yıprandı oyuncular. Hafta içi yükleme yapılır bundan sonrası için işler daha rahat olur. Haftaya Arena'da Kayseri'yi yenip yeni bir seri de yakalanabilir, yakalanmalı çünkü bu saatten sonra daha iyi motive olan, maçları daha çok isteyen bir adım önde olacak lig yarışında.

24 Ocak 2012 Salı

Nice 1000 maçlar olsun ...


Teniste sezonun ilk Grand Slam turnuvası Avustralya Açık Tenis Turnuvası'nda Ekselansları Roger Federer Ajantinli Juan Martin Del Potro'yu 6-4, 6-3 ve 6-2'lik setlerle 3-0 yendi ve yarı finale yükseldi. Şahsi fikrim Fedex'in gelmiş geçmiş en iyi tenisçi olduğu yönünde. Teknik oyun tarzı, kendine güvenen yapısı oldukça etkilemiştir hep. Agassi'yi ve ucundan Sampras'ı seyretmiş biri olarak hiçbir tenişçiden onu izlerken aldığım hazzı alamadım. Uzun müddet WTA sıralamasının hep zirvesinde kaldı. Son 2-3 yıldır bir iki adım geride kaldı gibi gözükse de o aslında hep 1 numaraydı sevenlerinin gönlünde. Onun kaybetmesini izlemek bile güzeldi. Kaybettikten sonra rakibine sarılışı, mütevazi tavırları mest etti hep. Henüz 30 yaşında Ekselansları. Tonla rekor kırdı kariyerinde, saymakla bitiremeyiz. İki gün önce oynanan bu bahsi geçen maçta kariyerinde 1000.ci kez kortlara ayak bastı Ekselansları. Sevinç ve hüzün dolu -ki çoğunlukla sevindi- 1000 maç. Oynadığı 1000 maçın 814'ünü kazanmış gerçek bir şampiyon. 16'sı Grand Slam olmak üzere, ki burda da rekorun sahibi yine o, 70 turnuva kazandı kariyeri boyunca. İki rekoru kırmaya da çok yaklaştı ayrıca. İlki, Grand Slam'lerde en fazla maç kazanma rekoru. 232 galibiyetle 233 maç kazanmış ABD'li Jimmy Connors'un ensesinde. Bir diğeri ise yine Jimmy Connors'un lider olduğu bir alan. Grand Slam turnuvalarında en fazla yarı final oynayan tenisçi ünvanı. Connors 31 kez ile lider. Fedex ise bu galibiyetle sayıyı 30'a yükseltti. 1000 maçlık kariyerinde en fazla sevindiği maçın 2001 yılında Wimbledon'da 19 yaşında iken, idolü olarak gördüğü Pete Sampras'ı yendiği maç olduğunu belirtmiş. Zaten o maçla beraber Tenis dünyasına bağıra bağıra geliyorum demişti Federer. Altta Federer'in kariyerinden unutamadığım anlardan sadece bir tanesinin videosu var. Şimdinin 1 numarası ! Djokovic'in hala inanmakta güçlük çektiği o sihirli vuruş.Nice 1000'lere usta, çok yaşa...



22 Ocak 2012 Pazar

'Special' One

Milan'ın dün Novara'yı 3-0 yendiği maçta 2 şık gol attı İbrahimoviç. Geldiği günden bu yana takımın çehresini değiştirdiği aşikar. Biz de Milan için oynayınca birbaşka sever olduk kendisini. Bu postu geçmemin sebebi başlığa ithafen, attığı ikinci golün mükemmelliğinden mütevellit. Maçın özeti altta.




En Büyük Totti !

Seri A'da iki gün önce oynanan Roma-Cesena maçını izleyenler tarihe tanıklık etmiş oldular. İtalyanların 90'lı yıllarda Del Piero ile birlikte, yetiştirdiği en önemli yıldız olan Roma'nın kaptanı Francesco Totti Seri A'da tek takım formasıyla en fazla gol atan oyuncu rekorunu ele geçirdi. Eski rekor 210 golle 1949-1956 yılları arasında Milan forması giyen İsveçli oyuncu Gunnar Nordahl'a aitti. Totti attığı iki güzel golle gol sayısını toplamda 211'e yükseltti rekoru ele geçirdi. Özellikle attığı 2. gol ofsayt olsa da , Lamela'nın pası ve Totti'nin vuruşu enfes. 1992 yılından beri alt yapısından yetiştiği Roma'nın A takımında oynamakta "Büyük Kaptan". İlk maçını 28 Mart 1993'te Brescia'ya karşı oynadı. İlk golünü ise bundan uzun zaman sonra 24 Eylül 1994'te Foggia Calcio'ya karşı attı. Daha sonra hiç bırakmadığı formasıyla lig, şampiyonlar ligi ve kupa dahil olmak üzere toplamda 625 maçta 266 gol 136 asist gibi olağanüstü istatistiklere sahip, gerçek bir "Trequertista" ünvanına sahiptir,aşağıda istatistikleri mevcut. Futbolda nesli tükenen 10 numaraların en son ve en güzel temsilcilerindendir nitekim. Teknik ve oyun zekası olarak say say bitiremeyiz özelliklerini. Üzülüyorum böyle oyuncuların birgün futbolu bırakacağını farkettiğimde. Yetişmiyor çünkü artık. İtalyanlar hep böyle oyuncular çıkarırdı geçmişte Roberto Baggio tarzı 10 numaralar ama 2000'lerden sonrası tam bir buhran İtalyan futbolu adına. 35 yaşındaki Totti'yi 40'ına kadar izleyebilmek dileğiyle... 


Altan Tanrıkulu muamelesi görmek istemem ama wikipedia'dan alıntıdır






























































































































































































































21 Ocak 2012 Cumartesi

WTF !

 
Milan'ın Ganalı  futbolcusu Kevin-Prince Boateng'in kız arkadaşı Melissa Sata 

"Kevin sakatlığının sebebi, haftada 7 ile 10 arasında seks yapmamız".

Boa 'Teng'e  hak veriyorum.

13 Ocak 2012 Cuma

Güle Güle Ordinaryus ...

Türk futbolu bir büyük efsanesini daha yitirdi bu akşam. Lefter Küçükandonyadis zatürre sebebiyle kaldırıldığı hastanede 87 yaşında hayatını kaybetti. Kendisini izleyemedik ama Metin Oktay, Hakkı Yeten gibi onun da çok anısını duyduk. Türk futboluna yıllarca hizmet etmiş, en fazla iz bırakmış oyuncuların başında gelirler Metin Oktay ile beraber, bilhassa da Fenerbahçe'ye çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Rum bir baba ve Türk bir anneden olma Lefter, nam-ı diğer Ordinaryus, 75'i futbola başladığı Taksim Spor'da, 423'ü çok sevdiği ve sevildiği  Fenerbahçe'de, 4'ü Fiorentina'da, 2'si Nice ve 2'si de AEK'da olmak üzere toplam 506 gol bıraktı kariyeri boyunca rakip filelere. Türk Milli takımında ise 46 maçta 21 gol yazdırmıştır hanesine. Sadece bu istatistikler bile ne kadar büyük futbolcu olduğunun kanıtıdır. Yunan Milli takımında para teklif edilmesine rağmen oynamayı reddetmiş, taraflı tarafsız bütün futbolseverlerin kalbinde taht kurmuş büyük bir isim. Aynı zamanda şeref madalyası almış ilk milli oyuncudur. Ezeli rakip ebedi dost Fenerbahçe'de adeta efsaneleşmiş, taraftarın taparcasına sevdiği bir ismi kaybetmenin hem Türk futbolu  hem de ebedi dostluk garinesine binaen üzüntüsünü yaşamaktayız. Hepimizin başı sağolsun, Allah rahmet eylesin, Hakkı'ya Metin'e selam söyle Lefter...

12 Ocak 2012 Perşembe

Yiğit İsmail Gökoğlan Galatasaray'da !

İlk transfer gerçekleşti nihayet.Sezon başından bu yana en büyük sıkıntıyı kenarlarda yaşadığımız çokça konuşuldu. Bu doğrultuda öncelikle Shaqiri,Amrabat ve Keita gibi isimlerle adı birlikte anıldı Yiğit'in. Yabancı kontenjanı nedeniyle ilk 11'de oynayacak oyuncunun yerli olması avantaj tabi ama Yiğit henüz Galatasaray'da ilk 11'de oynayayacak kapasitede değil, en azından şimdilik.  Ancak kadro içi rekabetinin artması adına Kazım ve Engin'i tehdit etmesi bakımından yararlı bir transfer. Fatih Terim'in elinde de oyununu bir iki kademe yukarıya çekebilirse işte o zaman hem Galatasaray'a hem de Milli Takım'a çok yararlı olmuş olur bu transfer. Belli özellikleri olan bir oyuncu Yiğit, hem topla hem de topsuz hızlı,dripling yeteneği var ama daha çok çizgi oyuncusu. Oyunun içinde çok fazla gözükmüyor ki zaten bizim de Kazım'dan en fazla muzdarip olduğumuz şey bu. Emre ve Semih'teki -özellikle de Emre- gelişimi gördükten sonra Yiğit içinde ümitlenebiliriz ama hayal kırıklığına uğramamak adına yine de beklentileri düşük tutmak lazım. Ofansif topsuz oyununu ve baskı altında top kullanma,karar verme yetilerini geliştirebilirse gerçek anlamda bir kanat oyuncusu kazanmış oluruz. Ama asıl önemli olan, Anadolu'dan üç büyük kulübe gelen çoğu oyuncuda olduğu gibi özgüven kaybı yaşamaması. Formanın büyüklüğü altında ezilmez, baskıyı kaldırabilirse zaten gerisi gelir nitekim potansiyeli olan genç bir oyuncu. Bonservisi için ödenen 2.8 milyon Euro günümüz şartlarında normal artık. Galatasaray'a ve Türk futboluna hayırlı uğurlu olsun. Bu arada 5 Haziran doğumluymuş benden 13 gün büyük. Bu yakışıklılık ve ikizler burcunun birleşiminden çok iyi sonuçlar çıkmıyor, kendimden biliyorum ;) Umarım o taraklarda bezi yoktur, bulaşmaz gece alemlerine de futboluna tamamen konsantre olur.

10 Ocak 2012 Salı

Tatlı Bir Rüya...

4,5 yıl sonra döndü, oyuna girdi, iki sihirli dokunuş ve turu getirdi. The King is back

9 Ocak 2012 Pazartesi

Diego yine harika vurdu !!!

''Leonardo'yu anlayamıyorum. Milan'dan İnter'e geçtiğinde de anlayamamıştım. Bugün PSG'de ne yaptığını da anlamıyorum. Futbolcu mu, antrenör mü, menajer mi, petrolcü mü diye kendime soruyorum ama anlamıyorum''

Foy Sermaye'yi yendi, Maviler Kazandı !!!

FA Cup 3. tur eşleşmeşinde City of Manchester'da karşı karşıya geldi iki ezeli ralip. 3 yıldır her türlü imkana sahip olmasına karşın bir türlü "takım" olamayan ancak bu yıl bambaşka bir gözle izlediğimiz ve ligde de liderlik koltuğunda oturan M.City, maç öncesi çoğu futbolseverin favorisiydi benim gibi. Maçın hemen başında Rooney'in harika kafa vuruşuyla gelen gol aslında çoğu takımın antrenmanlarda denediği klasikleşmiş yan top çalışmasıdır. Ardından da maçın yıldızı hakem Chris Foy sahneye çıktı ve faul bile olmayan pozisyonda Kompany'e kırmızıyı çıkardı. Pozisyonu dikkatle izleyin, Kompany çift ayak dalıyor ama niyeti de müdahalesi de topa. Hatta ona müdahele bile denmez, söküp alıyor topu. İngiliz hakemler iyice işin bokunu çıkarmaya başladı. Bu dakikadan sonra savunma düzeni bozulan City'nin üzerine bir kişi fazla oynamanın da avantajıyla iyiden iyiye yüklendi United. Özellikle Nani, Kompany'nin yerine stopere kayan Richards'ın yokluğunda sağ tarafını felç etti City'nin. Bu ataklardan birinin sonucunda gelişen pozisyonda Welbeck olağanüstü vurdu, 2-0. Topu süzüşü, beklemesi, dönerek vuruşu gerçekten de harikaydı. Ardından bir de penaltı yaptırdı, Rooney önce kaçırdı ardından kafayla tamamladı. Golü attıktan sonra kayarak bilerek yere atlaması ise tam Rooney'e yakışan cinstendi.
İkinci yarıya beklendiği gibi baskılı başladı City. Kolarov'un frikikten attığı gol görülmeye değerdi. Bu golden sonra baskıyı iyice artırdı M.City, özellikle Agüero etkiliydi. Fazla geçmedi golünü de attı. Tabi golden önce, 6 ay önce futbolu bırakıp evden maça gelen Scholes'un Nani ile değişmesi de düşürdü United'ı oyundan. Nani kontra ataklarda çok önceden bitirebilrdi maçı tıpkı Community Shield'da olduğu gibi. Scholes fantazisi az kalsın elinde patlıyodu Fergie'nin. Ama orada da devreye Foy girdi. Phil Jones'un net eliyle kestiği topu penaltı olarak değerlendirmedi. Tamam bacak arasından geçtikten sonra eline çarpıyor top ama, istemese çarpmayabilirdi, o topa kolundan destek almadan da kayabilirdi. Son dakikada Kolarov yine harika vurdu ama bu sefer açı dardı biraz. Nitekim M.City her şeyi denedi kazanmak için ama sermayesi Foy'a yetmedi. Ama bu maçta gösterdikleri mücadele şampiyonluk yolunda büyük güven kazanmalarını sağladı. 10 kişiyle ellerinden kaçırdıkları ezeli rakiplerine karşı ligin ikinci maçında yine kendi evlerinde çok başka bir maç oynayacaklar diye tahmin ediyorum. Taraftarına da artık takım oldukları hissini veriyor City'li futbolcular ve bu sezon şampiyonluğu herkesten daha çok hakediyorlar. Ayrıca dün çekilen kuralardan sonra M.United, Liverpool ile eşleşti. Foy'un bokunu umarım büyük kaptan Gerrard temizler. Maçın videosu hemen altta.