28 Aralık 2011 Çarşamba

17 Aralık 2011 Cumartesi

Shevchenko !!!

Canlı olarak izlediğim golcüler arasında Ronaldo'dan sonra Batistuta,Sheva ve Henry'yi çok beğenmişimdir. Milan taraftarı olmam vesilesiyle Sheva'nın yeri bende ayrıdır. Lisede okul takımında oynarken arkadaşlarımın bana "Sheva" diye hitap etmesi de etkendir bunda. Formasını hala saklarım. Gittiğinde çok üzülmüştüm, zaten sonrasında o da çok pişman olmuştur. İngiltere'ye alışamadı, sakatlandı derken önlenemez bir düşüşün son durağında futbola başladığı yerde şu an. Biraz olsun özlem gidermek istedim. Saygılar ustaya...

8 Aralık 2011 Perşembe

Galatasaray 3-1 Fenerbahçe

Harika bir maç oldu.Önce maç öncesine gidelim. 52 bin kapasiteli TT Arena'nın tıklım tıklım dolduğu,tek yürek halinde hareket ettiği, görsel şovlarıyla da geceye ayrı bir renk katan olağanüstü bir taraftar topluluğu. Ali Sami Yen'de de bu çeşit kareografi çalışmaları yapılırdı ama yeni stad çok daha büyük olduğundan bu çalışmalar daha hoş gözüküyor insanın gözüne. Bunun için taraftara ayrıca teşekkür etmek gerekir.
Maça geldiğimizde, iki takımında 11'i beni şaşırttı açıkçası, özellikle de Fenerbahçe'nin kadrosu. 4'lü savunmanın önünde Selçuk,Baroni onların önünde Emre, sağ kenar Bienvenu,solda Caner ve ileride Alex. Aykut Kocaman'ın bu kadro tercihini görünce maç bizim dedim zaten içimden. Çünkü bu kadro çok sürpriz performanslar olmadığı müddetçe,oyunu ileriye yıkabilecek topla çıkabilecek bir kadro değil. Aykut Kocaman'ın istediği de bu değildi zaten. Rakip üzerime gelsin, alanı daraltayım, kaptığım toplarla da hızlı ataklara çıkayım düşüncesindeydi. Ama tutmadı. Galatasaray'ın önde hem hücum hem de orta alan oyuncuları ile önde yaptığı pres kontra topların atılmasını engelledi.  FB takımı daha orta alana gelemeden bütün topları kaybetti. Zira orta sahada oynayan Baroni ve Selçuk baskı altında top kullanma özellikleri olmayan oyuncular. Bir tek Emre Belözoğlu ile olacak iş değil bu. Biz ise takım boyunu 30-40 metrede tutup sahayı enlemesine müthiş parselleyerek, harika bir ön alan savunması yaptık. Bunun sonucunda da ilk 20 dakikada 5-6 net gol pozisyonuna girdik, atamadık. Özellikle Baros'un kaçırdıkları çok çok net pozisyonlardı. Bu dakikaya kadar girilen pozisyonların çoğu Hakan ve genç Emre'nin kullandığı  sol kanattan geldi. Bu iki oyuncunun gayretiyle birlikte, ilk 5 dakikadan sonra Bienvenu'nün merkez forvete, Alex'in onun arkasına geçip G.Gönül'ün o kanatta tek başına kalması da bunda etkendi. Selçuk ve Baroni'den biri de oraya çok fazla yardıma gidemedi. İşte bunun da en büyük nedeni Elmander ve Baros'un sürekli olarak hücumda hareketli olmasıyla savunmanın dengesini bozmaları ve zaman zaman da Melo'nun topla çıkışlarıdır. Baros maç boyunca yaptığı yardımcı koşularla Elmander'in önünü açan adam oldu. Dahası sırtı dönük oyunu da iyiydi. İlk 20 dakikanın ardından oyun biraz dengelense de Galatasaray daha akıllı oynayan,ne yaptığını bilen, ayağa iyi top oynayan bir görüntü verdi. Bunun sonucunda da Eboue kendi başlattığı atatğı yine kendisi harika bitirdi. Elmander de ne kadar komple bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi. Ardından Bilica'nın hatası ve gelen ikinci gol devreye 2-0 önde götürdü bizi.
İkinci yarı Kocaman Stoch ve Semih'i oyuna sürerek doğru, Emre'yi oyundan alarak da yanlış yaptı. Alex ve Stoch'un olduğu oyunda daha rahat oynayacak Emre presi delme konusunda başarılı olabilirdi.45-60 arası 2-0'ın da avantajıyla yarı alan savunması yaptık. Stoch'un karambol sonucu oluşan şutu dışında da pozisyon vermedik zaten. İlerleyen dakikalarda Selçuk ve Melo'nun önderliğinde yine ayağa akıllı paslarla pozisyonlar bulduk. Bu denli iyi pas organizasyonlarının nedeni sene başından bu yana istediğimiz 4-4-2 idi. İzahı ise takımın bu sisteme daha uygun olması. Birincisi bu sitemde takımın organizatörü Selçuk markajdan kurtulup daha rahat top oynuyor. İkincisi rakip stoperlerden biri sırtı dönük Elmander'i kontrol ederken diğeri öne koşu yapan Baros'a gidiyor ve kenarlardan oyuna soktuğumuz oyuncular içeri daha rahat koşu yapma imkanı buluyor. Attığımız birinci gol bunun en büyük örneğidir. Hele bir de elinizdeki forvetler Elmander ve Baros olunca bu sistem kaçınılmazdır Galatasaray için. Melo'nun  Volkan'a kapak mahiyetindeki golü ve Alex'in son dakikada gelen golüyle skor 3-1 olarak tayin ediliyordu TT Arena'da.
Semih gün geçtikçe takıma ısınıyor, Ujfa ile yine çok uyumlu oynadılar, kritik müdahalelerde bulundu. Eboue sağ beke geçtikten bil itibar harika oynuyor hem savunmada hem de hücumda, özellikle de hücumda. Geçen hafta 3 puanı getirdikten sonra dün gece de kiliti açan adam oldu ama nazara geldi sakatlandı yine. Hakan Balta daha istekliydi, önündeki Emre ile beraber FB'nin savunması düşük sağ kanadını çökerttiler. Emre Çolak kimseye birşeyler ispat etmeye çalışmayıp,kafası yukarıda, takım oyunu oynayınca potansiyelini gösterdi. Etkili ortaları ve gerektiği yerde ayağında topu tutması takımı da rahatlattı. Selçuk ve özellikle de Melo kusursuz oynadılar. Ama maçın adamı hiç kuşkusuz kuzeyin oğlu Elmander'di. Şimdi burda uzun uzun yazmak istemiyorum, zira onun için ayrı bir yazı yazmak gerek. Kim akıl edip aldıysa Allah dert tasa vermesin ona. Yok böyle bir adam.
Fatih Terim kendinden bekleneni yaptı, cesur davrandı. Çok az teknik adam böylesine tansiyonu yüksek bir derbi maçında Semih ve Emre gibi iki genç oyuncusuna şans verirdi. Özellikle Emre bu sezon hiç 11 başlamadı ve sadece 3-4 maç sonradan girdi. Takıma aşıladığı felsefe yavaş yavaş yerine oturuyor. Özellikle de savunmadaki "Topa göre pozisyon" anlayışı.Sonuç olarak bizim için şampiyonluık adına olmasada güven anlamında çok önemli olan bu maçı böylesine güzel bir futbolla kazanmak ilerleyen haftalar adına oldukça umut verici. Herkesin yüreğine sağlık.

NOT: Maçın en şık anlarında birisi de Brezilyalı futbol sanatçısı Socrates'in anılmasıydı.

6 Aralık 2011 Salı

Güle Güle Doktor

Futbol dünyasından ebedi aleme göç eden çok efsaneler oldu.Nitekim ölümlü dünya ama insanın çocukluk kahramanları, rol modelleri sanki hiç ölmeyecekmiş gibi gelir insana. Aslında ölümsüzlerdir bir bakıma. Onları ölümsüz kılan bedenleri değil, zihinlerde bıraktıkları iz, yüreklerde edindikleri yerdir. Socrates benim çocukluk kahramanım falan değildi yaş itibariyle. Önce babamdan duydum adını. 1982 Dünya  Kupası'nda Zico,Falcao ve Eder'le birlikte nasıl top oynadıklarını, taraflı tarafsız herkesi nasıl futbol sarhoşu ettiklerinden bahsetti. "Ona doktor derlerdi." demişti babam. Kendisini baya inceleyip araştırdıktan ve maçlarını izledikten sonra, hem futboluna hem de kişiliğine şapka çıkarmamak elde değildi. Brezilya'da dikta yönetiminin yenilmesinde payı çok büyüktü. Tıp fakültesi mezunu, futbolu bıraktıktan sonra ülke ülke dolaşıp bedava doktorluk yapmış, insanlığın en büyük hizmetkarlarındandır. Milyonların sesi olabilmeyi başarmış bir şahsiyet, sıradan  yıldızların aksine herkesin gönlünde taht kurmuş bir süper kahramandır benim gözümde. O nedenle futboldan ebedi aleme göçenler arasında en çok üzüldüğüm futbolcudur. Hakkında kitap yazılması gerekip, okullarda 'İnsanlık' dersi adı altında oktulmalıdır.Yazılacak çok şey var ama kısa kesmek en güzeli, Güle güle 'Doktor' .





31 Ekim 2011 Pazartesi

Pele'den Sevgilerle


Yok efendim Messi'ye videolarımı göndereyim izlesinler, yok efendim Neymar'ı izlemek daha zevkli Messi tam futbolcu değil aklını kullanmıyorlar... Aklını sevsinler senin. Kendimi bildim bileli Brezilya sempatizanı biriyimdir. Ama bu samimiyetsiz şahıstan hiç mi hiç hoşlanmıyorum. Efsaneliğine birşey diyemem. Lakin kendisini izledikten sonraki fikrim, yaş itibariyle yetişebildiğim ya da daha sonradan maçlarını izlediğim forvetler Ronaldo, Van Basten, Batistuta'nun daha fazla göze zevki verdiği  yönünde. Hatta kıyaslanmak istemediği, 2002 Dünya Kupası öncesi moral vermek yerine, 3 yıllık sakatlıktan yeni kurtulmuş, bitti dediği Ronaldo'dan çok daha fazla zevk almışımdır. Kupa boyuncu attığı 8 gol ve dünya kupasını sonra Pele'nin bi tarafına armağan etti tabii Fenomen. Hala daha her gün en az 1-2 videosunu izlerim. Lakin Pele'nin öyle izlenecek videosu yoktur çok Messi'ye dediği gibi. İşte böyle kendini beğenmişin tekidir bu adam! Ne zaman bir efsaneleşme potansiyeline sahip dünya starı çıksa bir gazeteci çağırıp hakkında saçma sapan sözler söyleyen şeyimin efsanesi işte. Scolari'nin kendisi hakkında bir sözünden bahsetmiştik şurda. Yukarıdaki videoda Pele'nin Brezilya'nın 4-1 ile kupaya uzandığı 70 finalinde kullandığı iki frikik var. Hakikaten tam efsane vuruşlar. Bir de videonun sonunda bir faul pozisyonu var ki, Pele'nin oynadığı dönemki futbolun ne olduğu orda saklı(sahtekar herif), Daha rakip müdahale yapmadan elini kaldırıyor faul diye. Bunları göstermek lazım Messi'ye. Aslında iki frikikle koskoca efsaneyi karalamak tam bir apaçiliktir,ortaokulluluktur.Evet kabul ediyorum apaçiliğimi, ortaokulluluğumu. Fakat Edson bu apaçiliği şimdiye dek söylediği sözlerle çoktan hakketti. Benden sana ortaokullu tavsiyesi; Kafanı kullan Siyah Zico !

15 Ekim 2011 Cumartesi

REZALET!


Japonlarla akraba olmak isteyen oynayabilir. Her hücum oyuncusunun Maradona olduğu bir oyun düşünün. Bu sizi sinirlendirir, sinirlendikçe daha çok oynarsınız ve daha çok sinirlenirsiniz. Rakip takımdakiler futbolcu değil birer robot adeta. Sahadaki en akıl almaz yerlere paslar falan filan off offff. Yıllardır futbol izleyen biri olarak hayatımda görmediğim pozisyonları gördüm bu oyunda. Acayip bir  oyun, bir deneyin derim. İnsanın ufkunu açar bu oyun.

8 Ekim 2011 Cumartesi

Tercümandan Daha Fazlası


Hiç tanımasam fotoğraftakileri, yavşakça sırıtanı kulübün sahibi, sol taraftaki yaşlı amcayı yönetici falan zannederdim. Fakat o yavşak sadece bir tercüman, diğeri ise kupayı elinde tutan fenomenle beraber o kupayı kazandıran teknik adam. Kibrin başladığı yer, zaman. Hakikaten özelsin.

Not : Fotoğraf http://interleaning.tumblr.com/ dan alıntıdır. 

7 Ekim 2011 Cuma

Ruud's Fantasy


Not : Fotoğraf http://interleaning.tumblr.com dan alıntıdır.

İki Ayaklı Futbolcuların Şahı : Andreas Brehme


Almanlar'ın karika sağ ayağı olan müthiş sol beki.Aslen sol ayaklı olmasına rağmen, babasının küçükken topa hep sağı ayağıyla vurdurmasından mütevellid, futbol tarihinde bence zayıf ayağını en iyi kullanan futbolcudur. Öyle ki, 1990 Dünya Kupası finalinde ülkesine kupayı getiren penaltı golünü sağ ayağıyla atacak kadar sağına güvenen bir adam. Yakında geniş çaplı Brehme yazısı blogda olacak. Günümüzde de Ronaldo,Pedro,Villa,Nani, Mehmet Topal :), efsanelerden Gerçek Ronaldo,Zidane,Van Basten,Batistuta bu özelliğe sahip oyuncular arasında ilk aklıma gelenler. Golcü oyuncularda olmazsa olmaz bir özelliktir, hele ki günümüz futbolunda. Aklına başka isim gelen varsa yorum yapsın biz de hatırlayalım.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Güzel Kelam


"İf you want to win a title,you have to listen to Pele and then Do The Opposite"

3 Ekim 2011 Pazartesi

Zizou & R9

22 yaşında bir insanoğlu olarak ve 4-5 yaşından beri (ciddiyim) futbol izleyen bir futbolsever olarak, izlediğim en iyi iki futbolcudur Ronaldo ve Zidane. Bu iki olağanüstü yetenek İtalya'da ve milli takımlar altında çokça karşı karşıya geldiler. En ünlüsü Stade de France da oynan Fifa 98 World Cup finalidir. O maçtan bir önceki gece Ronaldo'nun hasta olduğu, hatta yemeğine insana halsizlik veren ilaçlar katıldığı iddia edildi. Haksız olduğunu da sanmıyorum gerçi bu iddiaların. Zira Ronaldo'nun o gece sahada gölgesi vardı sadece. O gece ne olduğu ile ilgili  sır perdesi gizemini hala koruya dursun, Zidane o gece attığı iki golle ülkesine kupayı getiren kahraman olmuştu. "Il Fenomeno" ise 98-02 arası bütün hayatının en sıkıntılı dönemini geçirdi desek, hayatı futbol olan bir adam için yalan olmaz. Top oynamadan geçen 2,5 sezonun ardından 2002 Dünya Kupasında 8 golle gol kralı olup, 98'de zirvedeyken yapamadığını,  unutulmaya başlandığı bir anda  gerçeğe dönüştürmeyi başarmıştır. Ardından Florentino Perez'in Galacticos projesi adı altında bu iki efsane aynı formayı giymeye başladılar. Yukarıdaki video Ronaldo'nun Real Madrid'e yeni geldiği zamanlara ait. Ronaldo ve Zidane birbirleri hakkında ne düşündüklerini söylüyorlar. Çok güzel detaylar var videoda. Kim akıl etmişse tebrikler...

2 Ekim 2011 Pazar

Ankara'nın Dönüşü Güzel

lk 4 haftada alınan 7 puan ve oynanan vasat oyun sonrasında özellikle biz taraftarlarca bu maç beklentiler yüksekti. Rakip zor günler geçiren Ankaragücü, ama deplasmanda olması yine de biraz tedirgin ediciydi, zira son 2 yıldaki deplasman karnemiz ortada. Maça takım olarak iyi başladığımızı söyleyebilirim. İlk dakikalarda Rajnoch'un şutunu çok iyi çıkaran Muslera birbakıma maçın da gidişatını değiştirdi. Hemen ardından aynı futbolcunun kendi kalesine attığı gol lig tarihinde attığımız 3000. gol oldu. Nice 3 binlere diyelim.
Özellikle ilk yirmi dakika ayağa çok iyi top oynadık. Belki net pozisyonumuz yoktu ama baskı altındaki ayağa pas oyunumuz gün geçtikçe güzelleşiyor. Bundaki etkin rol tabii ki Selçuk ve Melo'nun. Savunmada Ujfa ve Engin de bu ikiliye destek verince diğer 4 maça oranla daha özgüveni yüksek bir takım görüntüsü verdik. Engin'e ayrı bir paragraf açmak lazım. Ben şahsen orta alanda oynayabileceğine hiç ihtimal vermiyordum. Bizim Trabzonspor'dan bildiğimiz Engin, dikine oynayan, çok sıkışmadıkça pas vermeyen ve agresif tavırlı bir oyuncuydu. Galatasaray'da ise daha paylaşımcı, al-ver oynayan, savunma direnci de olan bir Engin var. Özellikle Kazım'ın olağanüstü golünde, Kazım'ın o fantastik vuruşuna rağmen golün yarısını Engin atmıştır bence. Topu çalıp hiç bekletmeden Riera ile yaptığı ikiye bir ve sonrasında Selçuk'a verdiği pas birinci sınıf bir kontra atak golü izletti bizlere. Kazım da Allah ne verdiyse vurdu.
İlk 20 dakikanın ardından 2-0 ' ın da rahatlığıyla daha rölanti oynayan Galatasaray, oyunda dengeyi kurmaya çalışan da Ankaragücü idi. Ankaragücü daha çok kanatlardan gelmeye çalıştı, özellike de sol kanattan Özgür Çek'le zaman zaman tehlikeli gelse de bu ataklar olgunlaşmadan bitti. Galatasaray'da sağ tarafta Kazım, Es Es maçında olduğu gibi yine çok koştu, takım savunmasına elinden geldiğince yardım etti. Maçın bence Galatasaray adına en etkili oyuncusuydu Kazım. Özgür hücuma çıktığı zamanlar da onun boşalttığı kanadı iyi kullandı. Zaten attığı gol de, Özgür'ün kornerde kaptırdığı top sonucunda oluşan kontradan geldi. Ayrıca zaman zaman Elmander'in yanında ikinci forvet gibi oynadı ve geriden gelen Selçuk ve Riera'ya sağlam bir duvar oldu.
İkinci  45 dakikada  topa daha çok sahip olan takım Ankaragücü'ydü ama olgun atak geliştirmekten  çok uzak görüntü verdi Ankara temsilcisi.Topu sürekli kanatlara sıkıştırdılar,Galatasaray da takım olarak iyi kapanınca
pozisyon üretmekte zorlandılar.Düşünün, takımın en yaratıcı oyuncusu sol bek oynayan Özgür Çek! Galatasaray takım olarak her geçen gün daha iyiye gidiyor. Ancak bu maç kesinlikle ölçü değil. Takım savunması iyi, ama geri dörtlü de hala soru işaretlerim var. Bir tek Ujfa ile olmaz bu iş. Gökhan'ın hatasız gözükmesi Ankaragücü'nün pozisyon üretmekten uzak oyununun bir sonucudur. Rakip forvetler çok yetersizdi. Hücum da ise gollerin dışında genel de ayağa çabuk oynayarak kazandığımız pozisyonlar var. Elmander 2, Selçuk ve Eboue de 1'er pozisyonu harcadılar. Hücum varyasyonları diğer maçlara oranla daha kaliteliydi. Selçuk,Kazım ve Elmander gün geçtikçe daha uyumlu oynuyorlar. Riera da oyun içi sürekliliği kazandığı zaman daha etkili olacaktır. Bu gece en fazla sevindiğim şey de Baros'un gol atması oldu. Kalitesini hiç tartışmam. Bence fizik olarak iyi olduğu zaman bu takımın 1 numaralı forvet oyuncusudur. Umarım en kısa zamanda toparlanır da hücumda daha akıcı bir oyun görürüz. Maçın hakemi Fırat Aydınus da gayet iyi bir maç yönetti. Özet olarak gün geçtikçe iyiye giden bir takım var ortada. Kolay değil geçen yılki travmadan çıkmak. 2-0 ken bile maç gider mi psikolojisine giriyorum inanın. Özgüven ve uyum arttığı sürece futbolun kalitesi de artacaktır.

30 Eylül 2011 Cuma

Efsaneler Ölmez...

İkisi de futbol dünyasının gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından. Hem bireysel başarıları hem de kulüpler bazındaki kupalarıyla, çok az futbolcuya nasip olmuş mutlulukları fazlasıyla yaşayan bu iki futbolcu futbolu bıraktı, ama isimleri hayranlarının kalplerinde yaşamaya devam ediyor. Ama bu iki isim önümüzdeki 4-5 yıl içerisinde o kalplerde hortlayabilir. Zidane'ın oğlu 16 yaşındaki Enzo, Real Madrid A takımıyla antrenmanlara çıkmaya başladı bile. Maldini'nin oğlu 15 yaşındaki Christian ise babasının ve dedesinin efsaneden de öte tanrılaştığı Milan takımının alt yapısında oynuyor. Gelecek yıllarda bu iki efsane soyadın  tekrar rekabet yaşaması, yukarıdaki fotğrafın bir benzerini verme ihtimalleri bile bir futbolsever olarak beni heyecanlandırıyor.
                                                                   Enzo Zidane

Christian Maldini